Edit Content

"Acemi Kalma Ustası"

Doç. Dr. Gökhan Günaydın

İstanbul Milletvekili
CHP Grup Başkanvekili

Kamu görevlisi bir babanın sık çıkan tayinleri nedeniyle Anadolu’yu adeta karış karış dolaşan bir ailenin içinde büyüdüm. Bu bağlamda ilk, orta ve lise öğrenimimi Zile/Tokat, Sarıkamış/Kars, Tosya/Kastamonu, Aksaray/Niğde, Ereğli/Zonguldak ve Geyve/Sakarya ilçelerinde tamamladım.

İletişim

Sosyal Medya

  1. Home
  2. »
  3. TBMM
  4. »
  5. Basın Açıklamaları
  6. »
  7. İki Bakana Çağrı: Hemen Soruşturma Açın!
bu içeriği paylaşın;

İki Bakana Çağrı: Hemen Soruşturma Açın!

CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, TBMM'deki basın toplantısında Fatih Altaylı'nın tutuklanması, Böcek ailesi trajedisindeki bakanlık sorumluluğu ve yargıdaki bağımlılık gibi kritik konularda hükümeti sert sözlerle eleştirdi.
Yazı Boyutu:
12px
32px

Gökhan Günaydın’dan Yargı, Basın ve Bakanlık Sorumsuzluğu Eleştirisi: “Türkiye Hızla Hukuk Devletinden Uzaklaşıyor”

CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde düzenlediği basın toplantısında, gündemdeki sıcak gelişmeleri değerlendirerek iktidarın uygulamalarına karşı sert bir tavır sergiledi. Günaydın, konuşmasına gazeteci Fatih Altaylı’ya verilen 4 yıl 2 ay hapis cezası ve hükmen tutukluluk kararıyla başladı.

“FATİH ALTAYLI ÜZERİNDEN TÜM GAZETECİLERE VE ÖZGÜR BASINA VERİLMİŞ BİR GÖZDAĞIDIR.”

Fatih Altaylı’nın hükümete ve Cumhurbaşkanı’na yönelik eleştirileri nedeniyle tutuklanmasını “Türkiye’nin hukuk devletinden ne kadar hızla uzaklaştığının çok açık bir göstergesi” olarak nitelendiren Günaydın, hükmen tutukluluk kararının ağır suçlar için uygulandığını vurguladı. Medya üzerindeki baskıları da eleştiren CHP’li vekil, “Sabah, ATV’den bu yana medyayı yandaşlaştırdıkları yetmedi; Habertürk operasyonu, Tele1 operasyonu, Flash TV… Yazılı ve görsel medyaya nefes alacak bir nokta bırakmıyorsunuz” ifadelerini kullandı. Günaydın, özgür basına yönelik her türlü saldırının “Türkiye’nin geleceğine yapılmış önemli bir zarar” olduğunu belirterek, Fatih Altaylı nezdinde tüm basın mensuplarına geçmiş olsun dileklerini iletti.

“SAĞLIK BAKANI VE TARIM BAKANI VE İLGİLİ GENEL MÜDÜRLERİN DERHAL SORUŞTURMA-KOVUŞTURMA AŞAMALARINA MUHATAP EDİLMELERİ GEREKMEKTEDİR.”

Basın toplantısının ikinci ana gündem maddesi, Antalya’da Böcek ailesinin ölümüne neden olan zehirlenme trajedisi oldu. Konunun teknik yönünü açıklayan Günaydın, halk sağlığı ilaçlamalarından (Biyosidal Yönetmeliği) Sağlık Bakanlığı’nın, tehlikeli fümigasyon ilaçlamalarından (Bitki Karantinası Fümigasyon Yönetmeliği) ise Tarım Bakanlığı’nın sorumlu olduğunu hatırlattı. Otel odasında tespit edilen fosfin gazının meskun mahallerde yasak olduğunu belirten Günaydın, halk sağlığı ilaçlamalarında fümigant kullanılmasının da yasak olduğunun altını çizdi. Yanlış ve cahilce yapılan ilaçlamanın sorumlusunun her iki bakanlık olduğunu dile getiren Günaydın, “İkisi el kadar çocuk olmak üzere 4 kişilik bir aile yok oldu… Bundan dolayı bir sorumluluk hissediyor musunuz?” diyerek Sağlık ve Tarım Bakanlarına seslendi.

Ayrıca, gıda denetçilerinin maaşlarını denetledikleri firmalardan almasının denetim kalitesini düşürdüğünü ve bu sistemin bağımsız bir havuz yapısına dönüştürülmesi gerektiğini vurguladı.

“BU ÜLKEDE DEMOKRASİDEN SÖZ EDİLEMEZ.”

Günaydın, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un Meclis komisyonuna ayar veren açıklamalarını “hadsizlik” olarak yorumladı. Uçum’un “Üniter yapıyı destekleyecek yerel meclisleri denetim, yerel bütçe taslakları… tek teşkilat, tek bütçe ve tek icracı yaklaşımını hayata geçirecek bir yerel yönetimler reformu kaçınılmaz hale gelmektedir” sözlerine sert tepki gösterdi. Bu planın, 1930’lardan beri uygulanan yerel yönetim sistemini lağvederek, halkın oyuyla seçilen organları merkezi hükümete bağlama amacı taşıdığını ifade etti. Günaydın, Meclisin bu duruma karşı sessiz kalmasını eleştirerek, bu kafadan demokrasi beklenemeyeceğini söyledi.

“DÜNYANIN NERESİNDE YÜRÜTME İLE YARGININ AYNI KAVRAMSALLAŞTIRMA ÜZERİNDEN KONUŞTUĞU GÖRÜLMÜŞTÜR?”

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in Yeni Şafak gazetesine verdiği beyanatı da gündeme taşıyan Günaydın, Gürlek’in “Biz kişi, makam, parti ayrımı yapmayız” sözlerine, Ekrem İmamoğlu’nun aday tespiti ön seçimi yapılacağı gün tutuklanmasını kanıt göstererek itiraz etti. Başsavcı Gürlek’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önce kullandığı “Ahtapot” kavramını kullanmaya devam etmesini, “bağımsız ve tarafsız olması gereken yargının ne ölçüde iliştirilmiş bir yargıya döndüğüne en iyi kanıt” olarak gösterdi.

Günaydın, ayrıca İBB iddianamesinin kabul edilmesine rağmen tutuklu yargılananların tahliye edilmemesini eleştirdi ve “Siz onların varlığından, vesikalık fotoğrafından korkuyorsunuz” diyerek iktidarı suçladı. Devlet Bahçeli’nin TRT’den yayınlanma teklifinin ise, kanun teklifi olarak neden yasalaşmadığını sordu ve “Bu yargılamalar er geç aleni olacak. TRT’den yayınlayamamanız da ne kadar yalan söylediğinizin bir başka kanıtı niteliğindedir” dedi.

“O SİYASETİ DİZAYN ETME ÇABANIZI ELİNİZDE PATLATACAĞIZ.”

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş hakkında açılan soruşturma iznini de çifte standarda örnek gösteren Günaydın, “Vay sen niye çorba dağıttın, vay sen niye konser yaptın diye Mansur Yavaş hakkında İçişleri Bakanlığı bir soruşturma izni verdi” dedi. Geçmiş yıllardaki belediye konser harcamalarına ilişkin verdiği soru önergesine yanıt alamadığını belirten Günaydın, muhalif belediyelere yönelik bu tarz soruşturmaların siyaseti dizayn etme çabası olduğunu ifade ederek bu çabanın başarısız olacağını dile getirdi.

CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın’ın açıklamasının tam metni;

Biraz evvel İstanbul’dan bir haber geldi. Yargılanmakta olduğu mahkemede gazeteci Fatih Altaylı 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırıldı ve hükmen tutukluluk kararı verildi.

Hükmen tutukluluk şu demek: Yani tutuklu yargılanan bir kişi ilk derece mahkemesinde ceza aldığı noktada istinaf ve temyiz aşamalarını tutuksuz geçirmesine izin vermeksizin tutuklama halinin devam etmesi anlamına geliyor. Ağır ceza mahkemesinde ağır suçlar işleyenler için uygulanan bir durum bu.

Peki, Fatih Altaylı nasıl bir ağır suç işlemişti? Fatih Altaylı’nın hükümete ve Cumhurbaşkanı’na yönelik yaptığı eleştiriler ve bu çerçevede yaptığı bir tarihsel benzetmeyi Cumhurbaşkanı’na fiili saldırı niteliğinde sayarak Fatih Altaylı önce gözaltına alınıp sonra hızla tutuklanmıştı. Uzunca bir tutukluluk süresinden sonra bugün de hükmen tutukluluğuna karar verildi. Bu, Türkiye’nin hukuk devletinden ne kadar hızla uzaklaştığının çok açık bir göstergesidir. Fatih Altaylı üzerinden tüm gazetecilere ve özgür basına verilmiş bir gözdağıdır.

Sabah, ATV’den bu yana medyayı yandaşlaştırdıkları yetmedi; Habertürk operasyonu, Tele1 operasyonu, Flash TV… Yani adeta gazetelere, gazetecilere ve özgür basına, yazılı ve görsel medyaya nefes alacak bir nokta bırakmıyorsunuz. Bunun dışına taşmak zorunda kalıp da Youtube üzerinden yayın yapan gazetecileri sırf eleştiri getirdiler diye tutukluyorsunuz, yargılıyorsunuz, hükmen tutukluluk kararı ile içerde bırakıyorsunuz. Kimilerini de bir sabah topluyorsunuz gözdağı vererek, güya serbest bırakıyorsunuz ama onları dışarıda bir hapishane içerisinde yaşamaya mahkûm ediyorsunuz.

Türkiye bu zinciri mutlaka kıracaktır. Özgür basın susturulamaz. Basının A ya da B partisini, C ya da D düşüncesini desteklemesinin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan basının özgür olmasıdır. Dolayısıyla özgür basına yönelik yapılan her türlü saldırıyı, baskı sürecinden öte yapılan her türlü saldırıyı Türkiye’nin geleceğine yapılmış önemli bir zarar olarak görüyoruz ve şiddetle kınıyoruz. Fatih Altaylı nezdinde tüm basın mensuplarına da geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar; tabii Türkiye’de biz bir sanal siyasi gündemin peşinde koşuyoruz ama bunun yanında memlekette çok önemli acı gerçekler var. Artık insanlar yedikleri gıdalardan zehirleniyorlar, artık insanlar kaldıkları otellerde zehirleniyorlar. En son Böcek ailesinin yaşadığı olayın bize çok önemli dersler vermesi lazım ve burada kamu yönetiminin de sorumluluğunu devralması lazım. Konu ciddi anlamda karmaşık sayılabilecek teknik bir konudur. Bunu mümkün olduğunca ve hızla özetlemek istiyorum.

Evet, Türkiye’de 19 Haziran 2011 tarihinden bu yana yürürlükte olan bir Bitki Karantinası Fümigasyon Yönetmeliği var. Bu meskun mahallerde olmayan depolarda, silolarda, tarım ürünlerinin zararlı organizmalardan korunması için son derece tehlikeli olan fümigantlarla fümige edilmesi esasına dayanır. Ondan neredeyse 10 yıl sonra, 4 Temmuz 2019 tarihinde bir Resmi Gazete’de yönetmelik yayınlandı. Bu da Biyosidal Yönetmeliği. Bu da halk sağlığı ilaçlamalarının altını çizer. Yani restoranlar, oteller nasıl ilaçlanacak? Bu halk sağlığı ilaçlamalarından Sağlık Bakanlığı sorumlu. Burada gösterdiğim fümigasyon ilaçlamalarından ise Tarım Bakanlığı sorumlu.

Peki, görülüyor ki Böcek ailesi iki tane el kadar çocuk ve anne-baba bir aile yok oldular. Bunun sorumlusu kim? Bunun sorumlusunun yedikleri gıdadan olmadığı ortaya çıktı. Zaten çok da belliydi. Çünkü o restorandan, Ortaköy’deki restorandan yalnızca dört kişi yemek yemiş ve o dört kişi gıda zehirlenmesinden hızla ölmüş olamazdı. O halde döndük ve kaldıkları otele baktık. Bugün de ön otopsi raporu yayımlandı. Ön otopsi raporu midelerinde gıda zehirlenmesine ilişkin bir iz bulunmadığı ama ölüm nedenlerini net olarak ortaya koyamadı. Ancak kaldıkları otelde fosfin gazının tespit edildiğini belirttiler.

Arkadaşlar, bu fümigantlar şu anda bu odayı tümüyle oksijen alamaz şekilde çerçeveleseniz, dışarıdan kaplasanız ve buraya üç tane kapsül halinde koysanız bunlar birkaç dakika içerisinde çözülürler, ortamın oksijenini çekerler ve oksijen yerine fosfin gazını verirler ve bu odada bulunan fil ya da böcek hiçbir şey canlı kalamaz. Bunun meskun mahallerde asla yapılmaması lazım. Ama bu meseleyi o noktaya getirmişler ki bir otelde yan odada müşteri varken, öbür taraftaki bitişik odada ya da alt katta fümigasyon yapabilecek kadar cahil cinayeti söz konusu olabilmiş.

Peki, sorumlusu kim? Bir kere daha soruyorum: Halk sağlığı ilaçlamalarının sorumlusu Sağlık Bakanlığı. Peki, biyosidal halk sağlığı ilaçlamalarında fümigant kullanılabiliyor mu? Hayır yasaktır. Fümigantların kullanımına Tarım Bakanlığına bağlı ve Tarım Bakanlığı fümigatör operatör belgesi veriyor. Ancak halk sağlığı ilaçlaması yapan cahiller yani teknik eleman olmayanlar -örneğimizde görülüyor ki kalıpçı ustası- fümigant kullanıyor. O halde bunun sorumluluğu yalnızca Sağlık Bakanlığında değil aynı zamanda Tarım Bakanlığındadır.

Ben Sağlık Bakanı’na ve Tarım Bakanı’na soruyorum: İkisi el kadar çocuk olmak üzere 4 kişilik bir aile yok oldu; hatıralarıyla beraber bu dünyadan göçtüler, gittiler. O aile çocuklarıyla beraber uykularınıza giriyor mu? Bundan dolayı bir sorumluluk hissediyor musunuz? Sağlık Bakanı ve ilgili genel müdürler, ilgili müdürlükler bunlarla ilgili herhangi bir soruşturma-kovuşturma açılmayacak mı? Biz sadece ölenlerin öldüğüyle kaldığı bir memleket olarak mı devam edeceğiz? Bütün bu sorular yalnızca Böcek ailesinin aziz hatırasının önünde saygıyla eğilmek ve gereğini yapmaktan ibaret değil, şu ana kadar hayatını kaybetmiş ve isimlerini bilmediğimiz çok sayıda insan için ve belki de bugün bu cehalet nedeniyle, bu denetimsizlik nedeniyle hayatını kaybetmek üzere olan insanlarımızı korumak için son derece önemlidir. 

Ben burada yapılması gereken çok şey olduğunu düşünüyorum. Gıda enflasyonu nedeniyle gıda işletmeleri maalesef önemli ölçüde kaliteden ödün veriyorlar. Gıda denetçileri, Sağlık Bakanlığına bağlı olarak çalışmakla birlikte Ast olarak ilgili firmalardan maaş alıyor. İlgili firmadan maaş alan bir denetçinin firmayı denetleyebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla yıllarca evvel önerdiğimiz gibi buranın bir bağımsız havuz haline döndürülmesi, işletmelerin oraya ücretleri ödemesi ve bakanlık üzerinden denetçilerin ücretlerinin ödenmesi, bu şekliyle işletmelerden bunların bağımsızlaştırılması son derece önemlidir. Aynı zamanda da fümigant operatör belgelerinin peynir ekmek gibi dağıtılmasının önüne geçilmesi, halk sağlığı ilaçlamalarında fümigasyonun kullanılmasının engellenmesi ve bu alanda denetlemeleri sıkılaştırılması hayati bir zorunluluktur. Açıkça ifade ediyorum ki, Böcek ailesinin ölümünden sorumlu olan Sağlık Bakanı, Tarım Bakanı ve ilgili genel müdürlerin derhal soruşturma-kovuşturma aşamalarına muhatap edilmeleri gerekmektedir. 

Başka gündemde önemli bir konu, Mehmet Uçum çeşitli açıklamalar yaptı. Mehmet Uçum kim? Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili. Mehmet Uçum bir siyasi mi? Bir siyasi değil, Saray’da çalışan bir danışman. Bu danışman Meclisteki komisyona ayar veriyor. Diyor ki: “Bu komisyon Demokrasiyi Geliştirme Raporu’nu Geçiş Süreci Hukuku Raporu’ndan ayrı yazabilir veya Geçiş Süreci ve Demokrasiyi Güçlendirme başlıklı iki bölümden oluşan tek bir rapor da hazırlayabilir. Bunlar tümüyle komisyonun kendi takdirinde ve kararındadır.” Son cümleyi de yazma, ben böyle talimat veriyorum, böyle yapın de.

Şimdi izleyeceğiz. 51 kişiden oluşan bir komisyon Mehmet Uçum’un talimatları doğrultusunda mı rapor yazacak, yoksa “sen kimsin, işimi ben bilirim, ben kendi gündemime hakimim” mi diyecek? Artık bu hadsizliğe bir dur demek gerekmektedir. Ancak Mehmet Uçum’un hadsizliği burada kalmıyor. Diyor ki: “Üniter yapıyı destekleyecek yerel meclisleri denetim, yerel bütçe taslakları, ilçe ve il hizmet ve yatırım programlarının oluşturulmasında yetkilendirilecek, yerel icraata merkezin sorumluluğunu artırarak tek teşkilat, tek bütçe ve tek icracı yaklaşımını hayata geçirecek bir yerel yönetimler reformu kaçınılmaz hale gelmektedir.”

Ne diyor arkadaş? “Merkezi yönetimle yerel yönetimleri ben tek teşkilat, tek bütçe, tek çatı altında birleştireceğim” diyor. Yani “1930’lardan bu yana bu memlekette yapılan yerel yönetimleri ve organları halkın oyuyla seçilen bu kuruluşları ben ortadan kaldıracağım, merkezi hükümete bağlayacağım” demek istiyor. İşte memleket bu kafadan demokrasi bekliyor.

Bu memlekette eğer bu insanlar “1930’dan bu yana neredeyse 100 yıldır uygulanan yerel yönetim sistemini lağvetmek senin hadsizliğine mi kalmış?” diyemiyorsa Mehmet Uçum’a, bu ülkede demokrasiden söz edilemez. Mehmet Uçum’un bu sözleri kime dayanarak söylüyor, bunu da tahmin etmek zor değildir. İşte bu da Cumhur İttifakı’nın demokrasi anlayışının bir başka gereğidir. Bu, şu demek: Ben belediyeleri kaybediyorsam belediyeleri kapatırım. Peki, yakında merkezi hükümeti kaybedeceksin, onu ne yapacaksın? Hani Anayasa Mahkemesinin kararlarını beğenmediğin zaman Anayasa Mahkemesini kapatıyordum? DEM’i kapatmadığı için Anayasa Mahkemesini kapatıyordun… Şimdi ne oldu? Bütün bunlar Türkiye’deki siyasetin ne ölçüde tutarsız olduğunu ve halkın siyasete güvenmemesinin ne ölçüde haklı olduğunu da ortaya koymaktadır.

Bir başka konu. Evet gündemde olmayı, ünlü olmayı seven bir İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı var. Yeni Şafak gazetesine 8 sütuna manşet gidiyor, beyanat veriyor. Neler söylemiyor ki? Diyor ki: “Biz kişi, makam, parti ayrımı yapmayız” diyor. Öyle mi? Öyle mi Akın Gürlek? Kişi, makam ve parti ayrımı yapmazsın öyle mi? Bunu da şöyle gerekçelendiriyor: “Bakın, tutukladıklarımız içerisinde işadamlarından AKP’li olanlar var” diyor. Peki, tutukladıklarından hiç belediye başkanı, belediye meclisi üyesi olan AKP’li var mı? Hiç operasyon yaptığın AKP’li, MHP’li belediye var mı? Yahu kimi kandırıyorsunuz? Siz 23 Mart günü Cumhurbaşkanlığı aday tespiti için ön seçiminin yapılacağı gün olan 23 Mart 2025 tarihinde Ekrem İmamoğlu’nu tutukladınız. Yalnızca bu bile operasyonun siyasi yönünün yeterince ortaya çıkması için yeterli bir kanıttır. Hiç olmazsa yalan söylemeyin, Hiç olmazsa “ben makam, kişi ve parti ayrımı yapmıyorum” demeyin.

Başka bir şey; Burada iddianamede olduğu gibi bir kez daha ahtapot kavramını kullanıyor. Kim kullanmıştı Ahtapot kavramını ilk kez? Recep Tayyip Erdoğan kullanmıştı değil mi? Ahtapotu gösterdi, bizden de cevabını en net bir şekilde alınca Erdoğan ahtapot göstermekten vazgeçti ama Akın Gürlek ahtapot kavramından vazgeçmedi ve kullanmaya devam ediyor. Dünyanın neresinde yürütme ile yargının aynı kavramsallaştırma üzerinden konuştuğu görülmüştür? Sadece bu bile bağımsız ve tarafsız olması gereken yargının ne ölçüde iliştirilmiş bir yargıya döndüğüne en iyi kanıt niteliğindedir.

Başka bir şey daha söylüyor: “Eti Maden’le benim ne ilişkim var ki?” diyor. “Ben Eti Maden’de bakan yardımcısıyken çalıştım. O zaman savcı ve hakim değildim. HSK beni görevden çıkarttı. Sonra İstanbul’a atanınca HSK beni yeniden görev aldı…” Ya bir Cumhuriyet Başsavcısı Anayasa’yı bilmez mi? Anayasa’yı gösterdik, ilgili maddeyi, ilgili fıkrayı gösterdik. Sen idari makamlarda çalışsan dahi savcı ve hakim statüsüne sahipsin. Dolayısıyla bakan yardımcısıyken de Eti maden de çalışamazsın.

Peki, senin savcıyken Eti Maden’de çalıştığını kanıtladık mı? Evet, tarihlerle ortaya koyduk. Bakın oradaki laf cambazlığına da bakın. Diyor ki: “Ben başsavcı olarak atanır atanmaz dilekçemi vermişim oradan istifa etmek için. Dilekçemin alındı belgesini de almışım. Fakat adamlar genel kurulu yılda bir kere yapıyorlar. Dolayısıyla ben orada göründüm” diyor. Yani maşallah tabii hani sen 4 bin sayfalık iddianame yazarsan, bir meseleyi nasıl anlatacağın konusunda da uzmanlaşıyorsun ama bir tek kişiyi ikna edemiyorsun. İşte sorun da tam da burada başlıyor.

Eğer bakan yardımcılığı ve Cumhuriyet Başsavcılığı döneminde yurt dışında bulunan bir firmadan, Fransızca diliyle konuşan ve çalışan bir uzmanlık firmasından, Varlık Fonu içerisinde Recep Tayyip Erdoğan’a bağlı bir firmadan orada yönetim kurulu üyesi olarak çalışmış ve oradan maaş almışsa ve ona rağmen o koltuğu işgal etmeye devam ediyor ise, bu Akın Gürlek’in sorunu değildir, Türkiye’nin tamamının sorunudur ve asıl olarak da Hakimler Savcılar Kurulunun çalışma ilkelerini ve özerkliğini ne ölçüde kaybettiğinin, onun da nasıl bağımlılaştığının bir başka öyküsü niteliğindedir.

Tabii İstanbul Büyükşehir Belediyesine ilişkin iddianame 40. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Bu kabul edilmeyle beraber tensip ile tahliyelerin olması gerekiyor, öyle değil mi? Çok sayıda insanı haksız, hukuksuz bir şekilde tutukluyorsunuz, tutuklu olarak yargılamaya sevk etmeye devam ediyorsunuz. Neden çok sayıda insan, örneğin sizin eski SPK Kurul Başkanınızın bacanağı 4 davadan yargılanıyorken, yurt dışı çıkış yasağı vermediğiniz için ya da verdiğiniz halde denetlemediğiniz için sır olup yurt dışına kaçıyorken neden burada bizim arkadaşlarımız hâlâ tutuklu yargılanıyorlar. Tutuksuz yargılanma esas değil mi? Yoksa Fatih Altaylı gibi Ekrem İmamoğlu’na da Zeydan Karalar’a da “bıraksak yurtdışına kaçarlar” mı diyorsunuz?

Ben söyleyeyim size: Zeydan Karalar’ı bırakırsanız konvoy ile Adana’ya girer, Ekrem İmamoğlu’nu bırakırsanız konvoy ile İstanbul’a girer. Siz onların varlığından, vesikalık fotoğrafından korkuyorsunuz. Ama korkunun ecele tabii ki faydası yok.

Son olarak ifade edelim. Devlet Bahçeli “TRT’den yayınlanmalıdır” dedi. Cumhur İttifakı’nın ortağı değil mi? Bu süreci de yürüten kişi olarak onu işaret ediyorsunuz. Niye TRT’den yayımlanma konusunda bizim verdiğimiz kanun teklifini evet diyerek yasalaştırmıyorsunuz? İşte burada 9 Mayıs’ta vermişiz kanun teklifimizi. Neden korkuyorsunuz ya? Bırakın sizin kanalınız devlet kanalı yayınlasın, bir kanalı buna tahsis etsin, vatandaş da izlesin. Her türlü iftiracılarınız gelsinler orada iftiralarını atsınlar. Ama bizim arkadaşlarımız da çıksınlar savunmalarını yapsınlar. Hani Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi’ni, İstanbul İddianamesini, bütün bunları internetten engelliyorsunuz ya. Niçin engelliyorsunuz? Çünkü o cevapları duyamıyorsunuz. O cevapları duyduğunuz anda tansiyonunuz fırlıyor. Bu yargılamalar er geç aleni olacak. TRT’den yayınlayamamanız da ne kadar yalan söylediğinizin bir başka kanıtı niteliğindedir.

Tabii son olarak da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Mansur Yavaş hakkında ortaya konulan iddialara da bakalım. Artık o iddia düzeyini geçti. Vay sen niye çorba dağıttın, öyle değil mi? Vay sen niye konser yaptın diye Mansur Yavaş hakkında İçişleri Bakanlığı bir soruşturma izni verdi. Arkadaşlar bakın, biz hiç kimse soruşturulamaz, yargılanamaz demiyoruz. Şöyle basit bir soru önergesi vermişim ben. Ne zaman vermişim? 6 Aralık 2024, üzerinden bir yıl geçmiş. Ne demişim ben burada?

Yerel seçimlerin yapıldığı tarihler itibarıyla 2004-2009 arasında kaç belediye ne kadar konser yaptı? Bunun dökümünü verin, cari kura göre kur karşılığını bulalım. 2014-2019, 2019-2024; bu dönemlerin tamamında hangi belediye kaç konser vermiş? Yetmez, pandemi döneminde Kültür Bakanlığı olarak siz sanal kaç konser yaptınız? Bunların tamamının mali bedelleri nedir? Bunları ortaya koyun. Eğer bunların içerisinde Mansur Yavaş’ın ki negatif anlamda ayrışıyor ise kamuoyunu tatmin edebilirsiniz.

“Yok, bizim dönemimizde yapılan her türlü ahlaksızlığın üzeri itina ile örtülür ama CHP’li belediyeler belediyeyi kazandıktan sonra onların yaptıkları her şeyi de böyle iğneyle kuyu kazar gibi ararız. Bulamazsak da soruşturma iznini açarız ve böylece buralardan siyaseti dizayn ederiz” diyorsanız, o siyaseti dizayn etme çabanızı elinizde patlatacağız.

Çok teşekkür ederim. Bir soru olmadığını görüyorum. Kolay gelsin arkadaşlar.

Haber Galeri:

Bu İçerik 16 Kez Görüntülendi.

Sosyal Medya Hesaplarımız

Bu Sayfayı Paylaşın