Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın TBMM’de yaptığı basın toplantısında “AKP sözcüleri “kriz döneminde millet Erdoğan’ı tercih ediyor” diyerek bu dönemde AKP’nin oyunun arttığına yönelik kamuoyunu manipüle etmeye yönelik çeşitli açıklamalar yaptılar. Türkiye’de anket firmalarından bir kısmının gerçekten kamuoyunu yapmaya yönelik çalışma yaptığını hepimiz biliyoruz. Ancak bunların önemlilerinin ortalamalarını aldığımızda Cumhuriyet Halk Partisi’nin açık ara önde olduğunu görüyoruz ve bu manipülatif çabaların anlamsızlığını böylece ortaya çıkartmış oluyoruz.” ifadelerine yer verdi.
‘VATANDAŞ KRİZ ANINDA CHP’YE TEVECCÜHÜNÜ ORTAYA KOYUYOR’
“Ben size bugün bir son araştırma getirdim. Bu, Ank-Ar’ın yaptığı, 20-23 Haziran 2015 tarihleri arasında gerçekleştirdiği ve yarın milletvekili seçimi olsa kime oy verirsiniz araştırması. Burada gördüğünüz gibi kararsızlar dağıtıldığında Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 34.6, AKP ise yüzde 29.4 civarında oy alıyor. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi, AKP’nin 5 puandan fazla olmak üzere önünde olma durumunu sürdürüyor. Buna karşılık DEM’in yüzde 9.3, MHP’nin yüzde 7.6 gibi oylar aldığını, Zafer Partisi’nin 6.2 civarında oy aldığını görüyoruz. Bu tablo AKP’li yetkililerin ifade ettiğinin tersine, İsrail-İran krizi döneminde de vatandaşın AKP’ye değil, CHP’ye yönelik teveccühünü açıkça ortaya koymaktadır.”
‘TÜRKİYE’NİN ENVANTERİNE 12 YILDIR GİREN BİR UÇAK YOK’
“Tabii kamuoyu eğilimleri önemlidir ancak her şey değildir. Algı ve olgu meselesini siyasette dengeli tutabilmek çok kıymetli. Türkiye, Ortadoğu’da son derece tehlikeli bir bölgede. Üstelik Trump’ın İsrail’le birleşen saldırganlığı bu bölgeyi eskisine göre çok daha sıkıntılı bir sürece doğru evirmiş durumda. O halde biz siyasetin günlük gelen geçen tartışmalarından sıyrılarak bu meseleyi objektif bir şekilde ele almalıyız. Bakınız “İsrail bize saldıracak” üzerinden bir politika izliyorsanız, o zaman açık kaynaklardan İsrail’in savunma ve hava sanayi gücü ile Türkiye’ninkinin karşılaştırılmasına da muhatap olursunuz. İsrail’in önce yüzölçümünün 22 bin kilometrekare olduğunu ve Konya’nın aşağı yukarı yarısı kadar bir ülke olduğunu ifade edelim. Peki neyi var İsrail’in hava kuvvetlerinde? 589 uçağı ve 191 helikopteri var. Açık kaynaklardan bu çok rahat bir şekilde görülebiliyor. Peki, Türkiye’nin buna karşılık neyi var? Türkiye’nin 573 uçağı ve 78 helikopteri var. Yani Türkiye’nin uçak sayısı İsrail’den 20 civarında daha az, helikopter sayısı ise 100’den daha fazla olmak üzere az. Peki, bu uçakların nitelikleri nasıl diye baktığımızda şunu görüyoruz. Türkiye 2002’den bu yana yalnızca 30 F-16’yı envanterine katabilmiş durumda. 2013’ten bu yana, yani son 12 yıldır Türkiye’nin Hava Kuvvetlerine giren, envanterine giren bir tek uçak yoktur. Üstelik de Türkiye’nin envanterinde bulunan bu 573 uçağın hiçbiri F-35 değildir, modernize edilmiş F-16 sayısı azdır ve çoğu modernize edilmeye ihtiyaç duyan F-16 niteliğindedir.”
“Türkiye, S-400 alımı ile birlikte F-35 projesinden çıkartılmıştır. S-400 bugün Türkiye’nin hava savunma sistemini ayakta tutabilen bir temel mekanizma mıdır? Buna baktığımızda görüyoruz ki, 2 milyar dolar ödenerek alınan S-400’ler Siper ile de birleşse, Türkiye’nin hava savunmasını muhatap olduğu risklerle karşılaştırıldığında etkin olarak koruyabilecek ve kollayabilecek güçte değildir. Şunu söyleyelim ki, Kaan uçağının geliştirilmesinde büyük bir mutluluk ve gurur duyarız ama Kaan’ın devreye girebilmesi için 2030’lu yılları beklemek gerekecektir. İHA ve SİHA’ların geliştirilmesinden mutluluk ve gurur duyarız, ancak savaşların İHA, SİHA ile kazanılamadığı, İHA ve SİHA’ların da bu bölgede savunma için yeterli olmadığını yine biz biliyoruz.”
Bir başka önemli konu, Türkiye’nin savunma sanayii çok sıklıkla iç politika aracı ve propaganda aracı haline getiriliyor. Burada da olguyu ve algıyı doğru koymak çok önemli bir görevdir, bir yurtseverlik görevidir. Türkiye’nin dünyadaki ilk 100 savunma sanayi içerisinde 5 şirketi bulunmaktadır. Bunlardan Aselsan 402’nci sıradadır ve 1975 yılında kurulmuştur. Tusaş 50’nci sıradadır ve 1973 yılında kurulmuştur. Roketsan’ın sırası 71 ve kuruluş yılı 1988’dir. Makine Kimya Endüstrisi Kurumu listede 84’üncü sırada yer bulabilmektedir ve Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana gelen bir kuruluşumuzdur. 94’üncü sıradaki ASFAT ise 2020 yılında kurulmuştur.”
‘BİZDEN EVVEL SAVUNMA SANAYİ YOKTU PROPAGANDASININ TEMELİ YOK’
“O halde “bizden evvel savunma sanayi yoktu” propagandalarının hiçbir şekilde temeli yoktur. Türkiye’nin savunma sanayii Cumhuriyetin başından bu yana kurulmuş ve geliştirilmiştir. 1970’li ve 80’li yıllarda burada önemli şirketlerin kurulduğunu görüyoruz. Ancak an itibarıyla tüm envanterimiz dünyadaki ilk 100 firmada 5 tane şirketimizin bulunduğunu göstermektedir. O halde burayı siyasi saiklerle iç politika merkezi propaganda aleti yapmaktan kurtulmalı, iç politika için gerekli yatırımları yapmaktan vazgeçmeli ve Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu bu riskli alanda hangi yatırımları öncelemek gerekiyorsa, etkin, denetlenebilir ve kayırmacı olmayan bir biçimde buralara hizmet etmek gerekiyor.”
İsrail’in saldırganlığının Amerika’dan cesaret aldığı açıktır. Amerika yalnızca cesaret verme aşamasında kalmamakta B2 uçaklarını 6000 mil uçurarak İran’ı bombalamaktadır. Bunu Amerika’yı ve Trump’ı adını vererek kınayamayan Erdoğan, NATO zirvesinde Trump’la görüşmüştür. Soralım; mesela Trump’a, acaba İran’ı 6000 mil gelerek uluslararası hukuka aykırı biçimde bombalaması konusunda herhangi bir şey söylemiş midir ya da Gazze’deki insanlık suçlarına ilişkin Trump’a yönelik bir eleştiri getirebilmiş midir? Tweet atmak ve tweet’te de gizli özne kullanmak ile hamaset üzerinden bir onurlu dış politika izlenemediği çok açıktır.”
‘ÜLKENİN YUMUŞAK GÜCÜ DEMOKRASİ, HUKUK VE ADALET DE ÖNEMLİ’
“Ülkelerin hard power’ları önemli olduğu gibi kuşkusuz soft power’ları da, yani yumuşak güçleri de çok önemlidir ve bu yumuşak güç denilince akla demokrasi, hukuk ve adalet gelir. Türkiye’de bu alanda çok ciddi aşınmaların olduğunu hep beraber biliyoruz. Daha geçtiğimiz ay HSK seçimlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaşanan skandalı sizlere ayrıntısıyla anlatmıştık. Şimdi bu HSK, 2025 yılı Adli ve İdari Yargı Ana Kararnamesini yayınladı. Size buradan birkaç örnek vermek istiyorum. Büyükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesi; elbette dosya numarasını, hakimin adını kararttık. Bu Ekrem İmamoğlu’nun 2014 yılında Beylikdüzü Belediye Başkanıyken yaptığı kültür ihalesine ilişkin sürmekte olan bir dosya. Bu dosya Büyükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinde bilirkişi raporları ile beraber tekamül etmiş ve fakat savcı bey mütalaa vermiyor; bazen duruşmaya gelmiyor, rapor alıyor, bazen de duruşmaya geliyor, adeta bir Brütüs heykeli gibi orada duruyor.
Bakın biz bunları kimseye hakaret etmek için, saygısızlık yapmak için söylemiyoruz. Son duruşma… Neymiş son duruşmanın tarihi? 11 Nisan 2025. Bu son duruşmada hakim demiş ki: “Yargılama 2 Ekim 2020 tarihli celsede bilirkişi raporları aldırılmasının ardından dosya tekemmül etti. İddia makamına esas hakkında mütalaasını hazırlanması hususunda süre verildi.” Demek ki 2 Ekim’de dosya tekamül etmiş. Savcıya sormuş hakim, savcı demiş ki: “Hazır değilim, mütalaa hazırlayacağım.” 20 Kasım 2014 tarihli duruşmaya Cumhuriyet Savcısı rapor olarak gelmemiş. 8 Ocak 2021 tarihli duruşmada iddia makamının mütalaasını hazırlaması hususunda son kez süre verilmiş ve buna rağmen herhangi bir dosya tekamülü ve mütalaa verilmemiş.
Bunun üzerine diyor ki hakim bey: “Savcılığın esas hakkındaki mütalaasının alınması mecburi olduğu, ancak savcı tarafından esas hakkında mütalaanın sunulmadığı görülmekle yargıda hedef süre, adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi dikkate alınarak esas hakkında mütalaa hazırlanması hususunda dosya asta döndükten sonra Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi.” Yani diyor ki hakim: Ben artık yanımda oturan savcıdan mütalaa almak konusunda umudumu kestim, 4 duruşmadır keyfi olarak mütalaa vermiyor. Ben artık Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına dosyayı tevdi ediyorum diyor. Peki burada bir cümle daha var: Dosya asta döndükten sonra. Bu nedir? Çünkü arkadaşlar, 11 Nisan 2021 tarihli celsenin bir gün öncesinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı dosyanın aslını istiyor mahkemeden.”
‘GÖREVİNİ YAPMAK İSTEYEN HAKİMİ DİYARBAKIR’A GÖNDERDİLER’
Şimdi burada ne görüyoruz? Görevini yapmayan bir savcı görüyoruz, duruşma gününden bir gün evvel dosyanın aslını isteyen Cumhuriyet Başsavcılığı görüyoruz ve görevini yapmak için kararlar almaya çalışan bir hakim görüyoruz. Bu hakime ve bu savcıya ne olmuştur sizce? Ne olmuştur? Bu savcı hakkında biz Hakimler Savcılar Kuruluna şikayette bulunduk. Tıs yok. Peki, bu hakim nerede şimdi? Bu hakim Diyarbakır yolunda. İşte biz buna memlekette adalet, memlekette hukuk diyoruz. Bunları anlatacağız, bunları anlatacağız ki kimse boş konuşmasın.
İstanbul 5. İdare Mahkemesi bu 30 Mayıs tarihli bir karar aldı. Bu kararda bakın 23 madde fezlekeyi yazmış İstanbul 5. İdare Mahkemesi heyeti. “18 Mart 2025 tarihli İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu kararının tüm üyelerin isim ve imzasının bulunduğu okunaklı bir örneğinin istenilmesine…” Görebildik mi arkadaşlar bugüne kadar bunu? Oybirliğiyle alındı diyorlar. Herkes de merak ediyor, ya bu oybirliğiyle listeyi bir yayınlayın bakalım. Gören var mı? Hakim istemiş. Sonra ne diyor? “Davacının yatay geçiş başvurusunun kabul edildiğine yönelik 12 Eylül 1990 tarih sayılı fakülte yönetim kurulu kararının tüm üyelerin isim ve imzalarını olduğu örneğini de bana yaz” diyor. Sonra bir başka önemli konu söylüyor. “Davacının yatay geçiş şartlarını taşımadığını nasıl tespit edildiğinin açıklanmasına; olayda eksik ya da mevzuata aykırı olan hususun hangi açıdan yokluk ve açık hata hali oluşturduğunun ayrıntılı olarak izah edilmesine” diyor. “Davacının yatay geçiş yaptığı dönemde İşletme Fakültesi için kaç kişinin yatay geçiş başvurusu yaptığı, bunlardan kaçının hangi usule göre alındığının açıklanarak buna dair belgelerin istenmesine… Davacının yatay geçişinin usulsüz olduğu iddiasıyla ilgili olarak İşletme Fakültesi Yönetim Kurulunca bir karar alınıp alınmadığını açıklanmasına, alınmışsa üyelerin isim ve imzasının bulunduğu okunaklı listenin gönderilmesine…”
‘HSK KARARNAMESİYLE 3 KİŞİLİK HEYETTEN 2’Sİ UÇURULDU’
İstanbul 5. İdare Mahkemesi bunu yazmış. İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu… Biliyoruz ki İşletme Fakültesi Yönetim Kurulundan karar alamadıkları için İstanbul Üniversitesi Yönetim Kuruluna dönmüşlerdi. Buna ilişkin bütün bu kararları yürütmüş. Buradaki yazılanlar YÖK’ten, ÖSYM’den, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünden, İşletme Fakültesinden, Cumhuriyet Başsavcılığından talep edilen belgeler. Yahu siz daha bu işlemleri yeni yaptınız öyle değil mi? Peki, niye mahkemeye karar sunmuyorsunuz? Diyorlar ki “bir ay ek süre istiyoruz bu belgeleri hazırlayabilmek için.” Peki, bu 1 ayda ne yapıldı arkadaşlar? İstanbul 5. İdare Mahkemesi Başkanı ve üyesi, yani üç kişilik heyetten iki kişisi mahkemeden uçuruldu gitti. Artık o heyet o mahkemede değil. Biz buna hukuk diyoruz, biz buna adalet diyoruz öyle mi? Şimdi bunu sorduğumuz zaman da diyecekler ki: HSK 4000 tane hakim, savcı göndermiş, bunlardan birkaçı da bunlar; ne olmuş diyecekler. Ama bütün bunların nasıl adil olmayan şekilde oluştuğunu görüyoruz. Başka bir şey olmamış mıydı? Ahmak davasının hakimi, Samsun’dan bir yıl evvel İstanbul’a gelmiş hakim talebi olmamasına rağmen, eşi hamile olmasına rağmen, coğrafi teminat ilkesine rağmen İstanbul’dan Samsun’a uçurulmamış mıydı? Onun yerine gelen hakim, Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak ve hapis cezası vermemiş miydi? Ve nitekim Ekrem İmamoğlu’na açılan kaçıncı davada yaptığı savunma sırasında yeniden bir suç isnadı yapılarak yeni bir soruşturma açılmadı mı?
‘DEMOKRASİ VE HUKUK YOKSA HER TÜRLÜ SALDIRIYA AÇIK OLUNUR’
“Arkadaşlar Türkiye böyle mi yönetilecek? Türkiye böyle mi yumuşak gücünü, adaletini ve demokrasisini tesis edecek? Türkiye böyle mi iç cephesini güçlendirecek? Açıkça ifade edelim ki, içinde bulunduğumuz coğrafyada elbette uçağınızı, hava savunma sanayinizi, hava savunma sistemlerinizi geliştireceksiniz. Ama demokrasiniz ve hukukunuz yoksa, tek kişinin kararlarıyla insanlar tutuklanıp serbest bırakılabiliyor ise o ülke her türlü saldırıya her zaman açık oluyor maalesef. Dolayısıyla Türkiye hard power’ını ve soft power’ını birlikte geliştirmek zorunda olan bir ülkedir. Demokrasi ve adalet yoksa bir ülkenin güvenliğinin de tehlikede olduğunu her zaman ifade edelim.
Günaydın, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş ile grup başkanvekillerinin görüşmesinin sorulması üzerine şunları dile getirdi:
“Meclis Başkanının dün verdiği yemekli toplantıda iki ana konu konuşuldu. Bunlardan birincisi, İç Tüzükte Meclis başkan vekillerinin uygulamalarının ortaklaştırılmasına yönelik bir çaba. Bunun içerisinde olumlu olan hususlar var, olumsuz olan hususlar var. Bir saat süreyle müzakere edildi ve bu müzakerede taraflar görüşlerini bildirdiler. İkinci konu ise bu açılım süreciyle ilgili bir komisyon kurulmasıdır. Kamuoyunun yanlış bilgilendirilmemesi adına öncelikle şunu ifade etmek isterim: Bu bir anayasa komisyonu değildir. Cumhuriyet Halk Partisi anayasa meselesine kapalı olduğunu ve burada herhangi bir çalışmanın içinde olmayacağını baştan ifade etmiştir. Ancak bunun dışında Mecliste bir komisyon kurularak bu komisyonun mevcut yasal düzenlemeleri gözden geçirme, demokrasiye ve hukuka aykırı olan düzenlemeler varsa bunları revize etme ve yenilerini kurma ve aynı zamanda uygulamada da yasaya aykırı durumlar varsa bunları saptama ve ilke kararları alma konusunda bir komisyon kurulması talebi var. Cumhuriyet Halk Partisi bu talebe tarihsel tutarlılığı içerisinde, MYK’sında müzakere edilmiş bir netlik içerisinde şu yanıtı vermiştir: Cumhuriyet Halk Partisi kanunla kurulmak kaydıyla, önceden konusu ve çalışma esasları belirlenmek yine kaydıyla, Mecliste bulunan tüm partilerin temsil edildiği, demokratik meşruiyet ilkesi uyarınca nitelikli çoğunlukla karar alacak ve bu kararlarının toplumla paylaşıldığı bir komisyona destek verecektir. Biz o toplantıda görüşlerimizi bu şekilde ifade ettik.”
“Komisyonun 100 kişiden oluşturulması ve böylelikle AKP-MHP çoğunluğunun 51’i bularak bu komisyondan dilediği kararları çıkarılabilmesine yönelik hesaplar, böyle bir komisyonu baştan ortadan kaldırır, işlevsiz kılar. Çünkü önemli olan yapılacak her şeyin toplumun gözleri önünde ve toplumsal meşruiyet sağlanarak yapılmasıdır. Dolayısıyla Meclis’te temsil edilen 16 partinin burada sözünü söylemesi ve nitelikli çoğunlukla karar alınmasının son derece kıymetli olduğunu düşünüyoruz. Biz görüşlerimizi böylece ifade ettik. Bu görüşler elbette diğer partiler tarafından da değerlendirilecek. Buna nihayetinde son karar verecek grup başkanvekilleri değildir, partiler karar verecektir. Ama Meclis Başkanı’nın ifadesi, “böyle bir komisyon mümkünse Meclis yaz tatiline girmeden kurulmalı ve tatil boyunca çalışmalı” şeklinde niyetini belli etti. Bundan sonrası yürütülecek müzakerelerle oluşacak. İfade etmem gerekirse bu bir karar toplantısı değildi, taraflar görüşlerini ortaya koydular.”
‘CÜPPELERE; ROZET, CEP VE DÜĞME EKLEMEK DOĞRU DEĞİL’
HSK kararnamesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç cephe söylemiyle ilgili sorular üzerine de Günaydın, şunları ifade etti:
“Hakimler ve Savcılar Kurulunun kuruluş amacı, yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız ve birbirini denetleyen erkler olarak çalışmasını sağlamak. Böylece hakimlerin göreve alınma, atanma, terfi, cezalandırma gibi tüm uygulamalarının diğer yürütme ve yasama erkinden bağımsız, yargının kendi içinden oluşturduğu bir yapı tarafından organize edilmesi ve böylece yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığın sağlanması ilkesine yöneliktir. Ancak Adalet Bakanı, Hakimler Savcılar Kurulunun başkanıyken yardımcısı, müsteşarı -nasıl tanımlarsınız- o da o kurulun üyesiyken bunun mümkün olamayacağını söylüyorduk. Artık orada bir başka eşik var. 15 üyenin 15’inin de Cumhur İttifakı tarafından adeta atandığı, yani Cumhurbaşkanının ya da Meclisten seçilenlerin tamamının Cumhur İttifakı tarafından atandığı bir sisteme döndük. O kadar pervasızlık var ki, tarafsız ve bağımsız olması gereken HSK üyesi, makamında bir siyasal partiyi simgeleyen işaret yapıyor ve kimse ona “sen ne yapıyorsun arkadaş; sen kendini mi kaybettin, hakim olduğunun farkında değil misin?” demiyor ve bir yaptırım da uygulamıyor. Şimdi bu Hakimler Savcılar Kurulundan biz kendisine ulaşan dilekçe ile ulaşan şikayetleri inceleyip doğru karara bağlamasını istiyoruz. Bırakın dilekçe ile kendisine ulaşan şikayetleri, HSK’nın bu işlerde resen harekete geçmesi lazım. Çünkü verdiğiniz örnekte hakim diyor ki: “Bana baskı yapılıyor ve bu baskı bana şunun tarafından geliyor.” Yani o baskı yapanın soruşturulması ve cezalandırılması gerekirken, baskıya uğradığını iddia eden, ifade eden hakim Şanlıurfa’ya sürülüyor. Bunlar maalesef Türkiye’nin sıradan görüntüleri haline gelmiştir. Hep söylediğimi burada da söyleyeyim: Cübbeler, rozet, cep ve düğme eklemek hiç kimsenin işine gelmez. Kısa sürede kullanabilirsiniz, yargıyı araçsallaştırabilirsiniz ama orta vadede o silah size dönecektir. Kimse yargı üzerinden siyaset yapmaya kalkmasın. Yargı bağımsız ve tarafsız olarak Anayasada yazıldığı gibi hareket etsin.”
‘YÜZDE 35 OYU OLAN CHP’Yİ KRİMİNALİZE EDEREK İÇ CEPHE KURULMAZ’
“İç cephe meselesine gelince; evet, Büyük Atatürk Nutuk’unda iç cephenin kurulmasının son derece önemli olduğunu ifade etmiştir. Ancak Nutuk’un yazıldığı dönemler Türkiye’nin bir Kurtuluş Savaşı verdiği dönemlerdir ve Birinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış, ulusların kendi bağımsızlığını tesis etme konusunda mazlum milletlerin Türkiye önderliğinde bir yeni sürece girdiği dönemdir. Şimdi o gün 13 milyon olan memleket bugün 86 milyona ulaşmış. Evet, aynı mantık bugün de geçerli olmalıdır. Türkiye’de herkes kendisini bu milletin açık bir ferdi, ötekileştirilmemiş, herhangi bir şekilde baskıya uğramadan refahtan eşit pay alan yurttaşlar olarak görmek istemektedir. Sen bir taraftan her türlü araçla ana muhalefet partisini ötekileştirmeye, terörize etmeye, kriminalize etmeye çalışacaksın, sonra döneceksin, iç cephe nutukları atacaksın. Bu nutukları olsa olsa senin propagandif malzeme olduğu açıktır. Eğer derdin gerçekten Türkiye’de iç cepheyi yeniden kuvvetlendirmek, dolayısıyla vatandaş arasında ayrım yapmamak ise, uygulamanın da bu yönde olması lazım. Uygulamanın her gün bunun çok tersine tekamül ettiğini görüyoruz. Ekrem İmamoğlu’nun avukatını tutukla, gazetecileri tutukla, bunları protesto etmeye kalkan 70 baro başkanı Çağlayan Adliyesinde kıstır ve yürümelerini engelle, onları bloke et, ablukaya al; sonra da “ben iç cepheyi kuvvetlendireceğim” de. Bunlar lafı güzaf maalesef. Bir taraftan iç cepheyi kuvvetlendireceğiz diyerek bir söylemde bulunuyorsunuz ve yaptığınız uygulamaların iç cephenin kuvvetlendirilmesine yönelik olduğunu söylüyorsunuz, Kürt açılımını da bunun üzerinden şekillendiriyorsunuz. Ama diğer taraftan da toplumun en az yüzde 35’in oyunu olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni kriminalize etmeye ve terörize etmeye yönelik çabalar içerisinde oluyorsunuz. Bu sizin aslında mesele iç cepheyi geliştirme değil, iktidarımı sürdürme derdimdir diyen söyleminizin bir başka açık ifadesidir zannımca.”
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın’ın konuşasının tam metni;
Öncelikle sevgili basın mensupları aracılığınızla bizleri izleyen halkımıza selam ve saygılarımızı sunuyoruz.
Evet, Ortadoğu yine bir kanlı dönemden geçti. İsrail ve İran arasında devam eden ve an itibarıyla ateşkese doğru evirilen savaş, Amerika’nın da müdahalesiyle bir başka şekil aldı.
AKP sözcüleri “kriz döneminde millet Erdoğan’ı tercih ediyor” diyerek bu dönemde AKP’nin oyunun arttığına yönelik kamuoyunu manipüle etmeye yönelik çeşitli açıklamalar yaptılar. Türkiye’de anket firmalarından bir kısmının gerçekten kamuoyunu yapmaya yönelik çalışma yaptığını hepimiz biliyoruz. Ancak bunların önemlilerinin ortalamalarını aldığımızda Cumhuriyet Halk Partisi’nin açık ara önde olduğunu görüyoruz ve bu manipülatif çabaların anlamsızlığını böylece ortaya çıkartmış oluyoruz.
Ben size bugün bir son araştırma getirdim. Bu, Ank-Ar’ın yaptığı, 20-23 Haziran 2015 tarihleri arasında gerçekleştirdiği ve yarın milletvekili seçimi olsa kime oy verirsiniz araştırması. Burada gördüğünüz gibi kararsızlar dağıtıldığında Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 34.6, AKP ise yüzde 29.4 civarında oy alıyor. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi, AKP’nin 5 puandan fazla olmak üzere önünde olma durumunu sürdürüyor. Buna karşılık DEM’in yüzde 9.3, MHP’nin yüzde 7.6 gibi oylar aldığını, Zafer Partisi’nin 6.2 civarında oy aldığını görüyoruz. Bu tablo AKP’li yetkililerin ifade ettiğinin tersine, İsrail-İran krizi döneminde de vatandaşın AKP’ye değil, CHP’ye yönelik teveccühünü açıkça ortaya koymaktadır.
Arkadaşlar, tabii kamuoyu eğilimleri önemlidir ancak her şey değildir. Algı ve olgu meselesini siyasette dengeli tutabilmek çok kıymetli. Türkiye, Ortadoğu’da son derece tehlikeli bir bölgede. Üstelik Trump’ın İsrail’le birleşen saldırganlığı bu bölgeyi eskisine göre çok daha sıkıntılı bir sürece doğru evirmiş durumda. O halde biz siyasetin günlük gelen geçen tartışmalarından sıyrılarak bu meseleyi objektif bir şekilde ele almalıyız.
Bakınız “İsrail bize saldıracak” üzerinden bir politika izliyorsanız, o zaman açık kaynaklardan İsrail’in savunma ve hava sanayi gücü ile Türkiye’ninkinin karşılaştırılmasına da muhatap olursunuz.
İsrail’in önce yüzölçümünün 22 bin kilometrekare olduğunu ve Konya’nın aşağı yukarı yarısı kadar bir ülke olduğunu ifade edelim. Peki neyi var İsrail’in hava kuvvetlerinde? 589 uçağı ve 191 helikopteri var. Açık kaynaklardan bu çok rahat bir şekilde görülebiliyor. Peki, Türkiye’nin buna karşılık neyi var? Türkiye’nin 573 uçağı ve 78 helikopteri var. Yani Türkiye’nin uçak sayısı İsrail’den 20 civarında daha az, helikopter sayısı ise 100’den daha fazla olmak üzere az.
Peki, bu uçakların nitelikleri nasıl diye baktığımızda şunu görüyoruz. Türkiye 2002’den bu yana yalnızca 30 F-16’yı envanterine katabilmiş durumda. 2013’ten bu yana, yani son 12 yıldır Türkiye’nin Hava Kuvvetlerine giren, envanterine giren bir tek uçak yoktur. Üstelik de Türkiye’nin envanterinde bulunan bu 573 uçağın hiçbiri F-35 değildir, modernize edilmiş F-16 sayısı azdır ve çoğu modernize edilmeye ihtiyaç duyan F-16 niteliğindedir.
Türkiye, S-400 alımı ile birlikte F-35 projesinden çıkartılmıştır. S-400 bugün Türkiye’nin hava savunma sistemini ayakta tutabilen bir temel mekanizma mıdır? Buna baktığımızda görüyoruz ki, 2 milyar dolar ödenerek alınan S-400’ler Siper ile de birleşse, Türkiye’nin hava savunmasını muhatap olduğu risklerle karşılaştırıldığında etkin olarak koruyabilecek ve kollayabilecek güçte değildir.
Şunu söyleyelim ki, Kaan uçağının geliştirilmesinde büyük bir mutluluk ve gurur duyarız ama Kaan’ın devreye girebilmesi için 2030’lu yılları beklemek gerekecektir. İHA ve SİHA’ların geliştirilmesinden mutluluk ve gurur duyarız, ancak savaşların İHA, SİHA ile kazanılamadığı, İHA ve SİHA’ların da bu bölgede savunma için yeterli olmadığını yine biz biliyoruz.
Bir başka önemli konu, Türkiye’nin savunma sanayii çok sıklıkla iç politika aracı ve propaganda aracı haline getiriliyor. Burada da olguyu ve algıyı doğru koymak çok önemli bir görevdir, bir yurtseverlik görevidir. Türkiye’nin dünyadaki ilk 100 savunma sanayi içerisinde 5 şirketi bulunmaktadır. Bunlardan Aselsan 402’nci sıradadır ve 1975 yılında kurulmuştur. Tusaş 50’nci sıradadır ve 1973 yılında kurulmuştur. Roketsan’ın sırası 71 ve kuruluş yılı 1988’dir. Makine Kimya Endüstrisi Kurumu listede 84’üncü sırada yer bulabilmektedir ve Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana gelen bir kuruluşumuzdur. 94’üncü sıradaki ASFAT ise 2020 yılında kurulmuştur.
O halde “bizden evvel savunma sanayi yoktu” propagandalarının hiçbir şekilde temeli yoktur. Türkiye’nin savunma sanayii Cumhuriyetin başından bu yana kurulmuş ve geliştirilmiştir. 1970’li ve 80’li yıllarda burada önemli şirketlerin kurulduğunu görüyoruz. Ancak an itibarıyla tüm envanterimiz dünyadaki ilk 100 firmada 5 tane şirketimizin bulunduğunu göstermektedir. O halde burayı siyasi saiklerle iç politika merkezi propaganda aleti yapmaktan kurtulmalı, iç politika için gerekli yatırımları yapmaktan vazgeçmeli ve Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu bu riskli alanda hangi yatırımları öncelemek gerekiyorsa, etkin, denetlenebilir ve kayırmacı olmayan bir biçimde buralara hizmet etmek gerekiyor.
Tabii İsrail’in saldırganlığının Amerika’dan cesaret aldığı açıktır. Amerika yalnızca cesaret verme aşamasında kalmamakta B2 uçaklarını 6000 mil uçurarak İran’ı bombalamaktadır. Bunu Amerika’yı ve Trump’ı adını vererek kınayamayan Erdoğan, NATO zirvesinde Trump’la görüşmüştür. Soralım; mesela Trump’a, acaba İran’ı 6000 mil gelerek uluslararası hukuka aykırı biçimde bombalaması konusunda herhangi bir şey söylemiş midir ya da Gazze’deki insanlık suçlarına ilişkin Trump’a yönelik bir eleştiri getirebilmiş midir? Tweet atmak ve tweet’te de gizli özne kullanmak ile hamaset üzerinden bir onurlu dış politika izlenemediği çok açıktır.
Değerli arkadaşlar, ülkelerin hard power’ları önemli olduğu gibi kuşkusuz soft power’ları da, yani yumuşak güçleri de çok önemlidir ve bu yumuşak güç denilince akla demokrasi, hukuk ve adalet gelir. Türkiye’de bu alanda çok ciddi aşınmaların olduğunu hep beraber biliyoruz. Daha geçtiğimiz ay HSK seçimlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaşanan skandalı sizlere ayrıntısıyla anlatmıştık.
Şimdi bu HSK, 2025 yılı Adli ve İdari Yargı Ana Kararnamesini yayınladı. Size buradan birkaç örnek vermek istiyorum. Büyükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesi; elbette dosya numarasını, hakimin adını kararttık. Bu Ekrem İmamoğlu’nun 2014 yılında Beylikdüzü Belediye Başkanıyken yaptığı kültür ihalesine ilişkin sürmekte olan bir dosya. Bu dosya Büyükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinde bilirkişi raporları ile beraber tekamül etmiş ve fakat savcı bey mütalaa vermiyor; bazen duruşmaya gelmiyor, rapor alıyor, bazen de duruşmaya geliyor, adeta bir Brütüs heykeli gibi orada duruyor.
Bakın biz bunları kimseye hakaret etmek için, saygısızlık yapmak için söylemiyoruz. Son duruşma… Neymiş son duruşmanın tarihi? 11 Nisan 2025. Bu son duruşmada hakim demiş ki: “Yargılama 2 Ekim 2020 tarihli celsede bilirkişi raporları aldırılmasının ardından dosya tekemmül etti. İddia makamına esas hakkında mütalaasını hazırlanması hususunda süre verildi.” Demek ki 2 Ekim’de dosya tekamül etmiş. Savcıya sormuş hakim, savcı demiş ki: “Hazır değilim, mütalaa hazırlayacağım.” 20 Kasım 2014 tarihli duruşmaya Cumhuriyet Savcısı rapor olarak gelmemiş. 8 Ocak 2021 tarihli duruşmada iddia makamının mütalaasını hazırlaması hususunda son kez süre verilmiş ve buna rağmen herhangi bir dosya tekamülü ve mütalaa verilmemiş.
Bunun üzerine diyor ki hakim bey: “Savcılığın esas hakkındaki mütalaasının alınması mecburi olduğu, ancak savcı tarafından esas hakkında mütalaanın sunulmadığı görülmekle yargıda hedef süre, adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi dikkate alınarak esas hakkında mütalaa hazırlanması hususunda dosya asta döndükten sonra Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi.” Yani diyor ki hakim: Ben artık yanımda oturan savcıdan mütalaa almak konusunda umudumu kestim, 4 duruşmadır keyfi olarak mütalaa vermiyor. Ben artık Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına dosyayı tevdi ediyorum diyor. Peki burada bir cümle daha var: Dosya asta döndükten sonra. Bu nedir? Çünkü arkadaşlar, 11 Nisan 2021 tarihli celsenin bir gün öncesinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı dosyanın aslını istiyor mahkemeden.
Şimdi burada ne görüyoruz? Görevini yapmayan bir savcı görüyoruz, duruşma gününden bir gün evvel dosyanın aslını isteyen Cumhuriyet Başsavcılığı görüyoruz ve görevini yapmak için kararlar almaya çalışan bir hakim görüyoruz. Bu hakime ve bu savcıya ne olmuştur sizce? Ne olmuştur?
Bu savcı hakkında biz Hakimler Savcılar Kuruluna şikayette bulunduk. Tıs yok. Peki, bu hakim nerede şimdi? Bu hakim Diyarbakır yolunda. İşte biz buna memlekette adalet, memlekette hukuk diyoruz. Bunları anlatacağız, bunları anlatacağız ki kimse boş konuşmasın.
Bu da idari yargı kararnamesi. Efendim İstanbul 5. İdare Mahkemesi bu 30 Mayıs tarihli bir karar aldı. Bu kararda bakın 23 madde fezlekeyi yazmış İstanbul 5. İdare Mahkemesi heyeti. “18 Mart 2025 tarihli İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu kararının tüm üyelerin isim ve imzasının bulunduğu okunaklı bir örneğinin istenilmesine…” Görebildik mi arkadaşlar bugüne kadar bunu? Oybirliğiyle alındı diyorlar. Herkes de merak ediyor, ya bu oybirliğiyle listeyi bir yayınlayın bakalım. Gören var mı? Hakim istemiş…
Sonra ne diyor? “Davacının yatay geçiş başvurusunun kabul edildiğine yönelik 12 Eylül 1990 tarih sayılı fakülte yönetim kurulu kararının tüm üyelerin isim ve imzalarını olduğu örneğini de bana yaz” diyor. Sonra bir başka önemli konu söylüyor. “Davacının yatay geçiş şartlarını taşımadığını nasıl tespit edildiğinin açıklanmasına; olayda eksik ya da mevzuata aykırı olan hususun hangi açıdan yokluk ve açık hata hali oluşturduğunun ayrıntılı olarak izah edilmesine” diyor. “Davacının yatay geçiş yaptığı dönemde İşletme Fakültesi için kaç kişinin yatay geçiş başvurusu yaptığı, bunlardan kaçının hangi usule göre alındığının açıklanarak buna dair belgelerin istenmesine… Davacının yatay geçişinin usulsüz olduğu iddiasıyla ilgili olarak İşletme Fakültesi Yönetim Kurulunca bir karar alınıp alınmadığını açıklanmasına, alınmışsa üyelerin isim ve imzasının bulunduğu okunaklı listenin gönderilmesine…”
Arkadaşlar bunu yazmışlar değil mi? İstanbul 5. İdare Mahkemesi bunu yazmış. İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu… Biliyoruz ki İşletme Fakültesi Yönetim Kurulundan karar alamadıkları için İstanbul Üniversitesi Yönetim Kuruluna dönmüşlerdi. Buna ilişkin bütün bu kararları yürütmüş. Buradaki yazılanlar YÖK’ten, ÖSYM’den, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünden, İşletme Fakültesinden, Cumhuriyet Başsavcılığından talep edilen belgeler. Yahu siz daha bu işlemleri yeni yaptınız öyle değil mi? Peki, niye mahkemeye karar sunmuyorsunuz? Diyorlar ki “bir ay ek süre istiyoruz bu belgeleri hazırlayabilmek için.” Peki, bu 1 ayda ne yapıldı arkadaşlar? İstanbul 5. İdare Mahkemesi Başkanı ve üyesi, yani üç kişilik heyetten iki kişisi mahkemeden uçuruldu gitti. Artık o heyet o mahkemede değil. Biz buna hukuk diyoruz, biz buna adalet diyoruz öyle mi? Şimdi bunu sorduğumuz zaman da diyecekler ki: HSK 4000 tane hakim, savcı göndermiş, bunlardan birkaçı da bunlar; ne olmuş diyecekler. Ama bütün bunların nasıl adil olmayan şekilde oluştuğunu görüyoruz.
Başka bir şey olmamış mıydı? Ahmak davasının hakimi, Samsun’dan bir yıl evvel İstanbul’a gelmiş hakim talebi olmamasına rağmen, eşi hamile olmasına rağmen, coğrafi teminat ilkesine rağmen İstanbul’dan Samsun’a uçurulmamış mıydı? Onun yerine gelen hakim, Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak ve hapis cezası vermemiş miydi? Ve nitekim Ekrem İmamoğlu’na açılan kaçıncı davada yaptığı savunma sırasında yeniden bir suç isnadı yapılarak yeni bir soruşturma açılmadı mı?
Arkadaşlar Türkiye böyle mi yönetilecek? Türkiye böyle mi yumuşak gücünü, adaletini ve demokrasisini tesis edecek? Türkiye böyle mi iç cephesini güçlendirecek? Açıkça ifade edelim ki, içinde bulunduğumuz coğrafyada elbette uçağınızı, hava savunma sanayinizi, hava savunma sistemlerinizi geliştireceksiniz. Ama demokrasiniz ve hukukunuz yoksa, tek kişinin kararlarıyla insanlar tutuklanıp serbest bırakılabiliyor ise o ülke her türlü saldırıya her zaman açık oluyor maalesef. Dolayısıyla Türkiye hard power’ını ve soft power’ını birlikte geliştirmek zorunda olan bir ülkedir. Demokrasi ve adalet yoksa bir ülkenin güvenliğinin de tehlikede olduğunu her zaman ifade edelim.
Evet arkadaşlar bugün bunları sizlerle paylaşmak istedim. Eğer sorunuz varsa onları yanıtlamak isterim.
Soru- Efendim Meclis Başkanı, grup başkanvekilleriyle bir araya geldi. Biraz yeni dönemde rutin bir görüşme olarak adlandırılsa da bu sürece ilişkin bir komisyonun gündeme geldi zaten Meclis Başkanlığı da bir metinle paylaşmış oldu. İlk toplantısı diyebilir miyiz bu toplantıya? İçeriğine dair de elbette biz gazeteciler olarak merak ediyoruz. Bu konu gündeme geldiğinde ne konuşuldu?
Gökhan GÜNAYDIN (CHP Grup Başkanvekili)-Meclis Başkanının dün verdiği yemekli toplantıda iki ana konu konuşuldu. Bunlardan birincisi, İç Tüzükte Meclis başkan vekillerinin uygulamalarının ortaklaştırılmasına yönelik bir çaba. Bunun içerisinde olumlu olan hususlar var, olumsuz olan hususlar var. Bir saat süreyle müzakere edildi ve bu müzakerede taraflar görüşlerini bildirdiler.
İkinci konu ise bu açılım süreciyle ilgili bir komisyon kurulmasıdır. Kamuoyunun yanlış bilgilendirilmemesi adına öncelikle şunu ifade etmek isterim: Bu bir anayasa komisyonu değildir. Cumhuriyet Halk Partisi anayasa meselesine kapalı olduğunu ve burada herhangi bir çalışmanın içinde olmayacağını baştan ifade etmiştir. Ancak bunun dışında Mecliste bir komisyon kurularak bu komisyonun mevcut yasal düzenlemeleri gözden geçirme, demokrasiye ve hukuka aykırı olan düzenlemeler varsa bunları revize etme ve yenilerini kurma ve aynı zamanda uygulamada da yasaya aykırı durumlar varsa bunları saptama ve ilke kararları alma konusunda bir komisyon kurulması talebi var.
Cumhuriyet Halk Partisi bu talebe tarihsel tutarlılığı içerisinde, MYK’sında müzakere edilmiş bir netlik içerisinde şu yanıtı vermiştir: Cumhuriyet Halk Partisi kanunla kurulmak kaydıyla, önceden konusu ve çalışma esasları belirlenmek yine kaydıyla, Mecliste bulunan tüm partilerin temsil edildiği, demokratik meşruiyet ilkesi uyarınca nitelikli çoğunlukla karar alacak ve bu kararlarının toplumla paylaşıldığı bir komisyona destek verecektir. Biz o toplantıda görüşlerimizi bu şekilde ifade ettik.
Komisyonun 100 kişiden oluşturulması ve böylelikle AKP-MHP çoğunluğunun 51’i bularak bu komisyondan dilediği kararları çıkarılabilmesine yönelik hesaplar, böyle bir komisyonu baştan ortadan kaldırır, işlevsiz kılar. Çünkü önemli olan yapılacak her şeyin toplumun gözleri önünde ve toplumsal meşruiyet sağlanarak yapılmasıdır. Dolayısıyla Meclis’te temsil edilen 16 partinin burada sözünü söylemesi ve nitelikli çoğunlukla karar alınmasının son derece kıymetli olduğunu düşünüyoruz.
Biz görüşlerimizi böylece ifade ettik. Bu görüşler elbette diğer partiler tarafından da değerlendirilecek. Buna nihayetinde son karar verecek grup başkanvekilleri değildir, partiler karar verecektir. Ama Meclis Başkanı’nın ifadesi, “böyle bir komisyon mümkünse Meclis yaz tatiline girmeden kurulmalı ve tatil boyunca çalışmalı” şeklinde niyetini belli etti. Bundan sonrası yürütülecek müzakerelerle oluşacak. İfade etmem gerekirse bu bir karar toplantısı değildi, taraflar görüşlerini ortaya koydular.
Soru- Bir aykırılık var mı komisyon kurulmaması, komisyonun iptal olması?..
Gökhan GÜNAYDIN (CHP Grup Başkanvekili)-Şu an itibari ile bir aykırılık görünmüyor ama bunu diğer tüm siyasal partilerin yetkilileriyle de konuşmanız gerekir diye düşünüyorum.
Soru- İki sorum daha olacak. Bu HSK kararnamesiyle bahsettiğiniz bir örnek daha var. Aslında Ankara Asliye Ceza Mahkemesinde görülen bir davada bir … yöneticisinin davasına bakan hakim, kendisine MHP’li yöneticiliyle ilgili baskı yapan yargı unsurlarını, mensuplarını şikayet ediyor. O da Şanlıurfa’ya gidiyor. Bahsettiniz gerçi ama nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir de yine iç barışın tahkim edilmesiyle ilgili Sayın Cumhurbaşkanının sürekli çağrıları oluyor, Sayın Bahçeli de aynı şekilde. Kurtuluş Savaşı döneminde Nutuk’ta … Atatürk’ün Nutuk’unu da aslında takip edilmesi konusu var iç cephenin. Arada bir fark var mı? Siz nasıl görüyorsunuz?
Gökhan GÜNAYDIN (CHP Grup Başkanvekili)-Şimdi şunu söyleyeyim, ben sırayla ifade edeyim. Hakimler ve Savcılar Kurulunun kuruluş amacı, yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız ve birbirini denetleyen erkler olarak çalışmasını sağlamak. Böylece hakimlerin göreve alınma, atanma, terfi, cezalandırma gibi tüm uygulamalarının diğer yürütme ve yasama erkinden bağımsız, yargının kendi içinden oluşturduğu bir yapı tarafından organize edilmesi ve böylece yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığın sağlanması ilkesine yöneliktir.
Ancak Adalet Bakanı, Hakimler Savcılar Kurulunun başkanıyken yardımcısı, müsteşarı -nasıl tanımlarsınız- o da o kurulun üyesiyken bunun mümkün olamayacağını söylüyorduk. Artık orada bir başka eşik var. 15 üyenin 15’inin de Cumhur İttifakı tarafından adeta atandığı, yani Cumhurbaşkanının ya da Meclisten seçilenlerin tamamının Cumhur İttifakı tarafından atandığı bir sisteme döndük. O kadar pervasızlık var ki, tarafsız ve bağımsız olması gereken HSK üyesi, makamında bir siyasal partiyi simgeleyen işaret yapıyor ve kimse ona “sen ne yapıyorsun arkadaş; sen kendini mi kaybettin, hakim olduğunun farkında değil misin?” demiyor ve bir yaptırım da uygulamıyor.
Şimdi bu Hakimler Savcılar Kurulundan biz kendisine ulaşan dilekçe ile ulaşan şikayetleri inceleyip doğru karara bağlamasını istiyoruz. Bırakın dilekçe ile kendisine ulaşan şikayetleri, HSK’nın bu işlerde resen harekete geçmesi lazım. Çünkü verdiğiniz örnekte hakim diyor ki: “Bana baskı yapılıyor ve bu baskı bana şunun tarafından geliyor.” Yani o baskı yapanın soruşturulması ve cezalandırılması gerekirken, baskıya uğradığını iddia eden, ifade eden hakim Şanlıurfa’ya sürülüyor. Bunlar maalesef Türkiye’nin sıradan görüntüleri haline gelmiştir.
Hep söylediğimi burada da söyleyeyim: Cübbeler, rozet, cep ve düğme eklemek hiç kimsenin işine gelmez. Kısa sürede kullanabilirsiniz, yargıyı araçsallaştırabilirsiniz ama orta vadede o silah size dönecektir. Kimse yargı üzerinden siyaset yapmaya kalkmasın. Yargı bağımsız ve tarafsız olarak Anayasada yazıldığı gibi hareket etsin.
İç cephe meselesine gelince; evet, Büyük Atatürk Nutuk’unda iç cephenin kurulmasının son derece önemli olduğunu ifade etmiştir. Ancak Nutuk’un yazıldığı dönemler Türkiye’nin bir Kurtuluş Savaşı verdiği dönemlerdir ve Birinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış, ulusların kendi bağımsızlığını tesis etme konusunda mazlum milletlerin Türkiye önderliğinde bir yeni sürece girdiği dönemdir.
Şimdi o gün 13 milyon olan memleket bugün 86 milyona ulaşmış. Evet, aynı mantık bugün de geçerli olmalıdır. Türkiye’de herkes kendisini bu milletin açık bir ferdi, ötekileştirilmemiş, herhangi bir şekilde baskıya uğramadan refahtan eşit pay alan yurttaşlar olarak görmek istemektedir. Sen bir taraftan her türlü araçla ana muhalefet partisini ötekileştirmeye, terörize etmeye, kriminalize etmeye çalışacaksın, sonra döneceksin, iç cephe nutukları atacaksın. Bu nutukları olsa olsa senin propagandif malzeme olduğu açıktır. Eğer derdin gerçekten Türkiye’de iç cepheyi yeniden kuvvetlendirmek, dolayısıyla vatandaş arasında ayrım yapmamak ise, uygulamanın da bu yönde olması lazım. Uygulamanın her gün bunun çok tersine tekamül ettiğini görüyoruz.
Ekrem İmamoğlu’nun avukatını tutukla, gazetecileri tutukla, bunları protesto etmeye kalkan 70 baro başkanı Çağlayan Adliyesinde kıstır ve yürümelerini engelle, onları bloke et, ablukaya al; sonra da “ben iç cepheyi kuvvetlendireceğim” de. Bunlar lafı güzaf maalesef.
Soru- Ne propagandif malzeme olabiliyor?
Gökhan GÜNAYDIN (CHP Grup Başkanvekili)-Yani söylemeye çalıştığım şey şu: Bir taraftan iç cepheyi kuvvetlendireceğiz diyerek bir söylemde bulunuyorsunuz ve yaptığınız uygulamaların iç cephenin kuvvetlendirilmesine yönelik olduğunu söylüyorsunuz, Kürt açılımını da bunun üzerinden şekillendiriyorsunuz. Ama diğer taraftan da toplumun en az yüzde 35’in oyunu olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni kriminalize etmeye ve terörize etmeye yönelik çabalar içerisinde oluyorsunuz. Bu sizin aslında mesele iç cepheyi geliştirme değil, iktidarımı sürdürme derdimdir diyen söyleminizin bir başka açık ifadesidir zannımca. Öyle açıkça ifade ediyoruz.
Teşekkür ederim arkadaşlar, sağ olun.
Sosyal Medya Hesaplarımız