CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek hakkındaki çifte maaş iddialarını “hukuki ve siyasi skandal” olarak nitelendirdi ve sabah saatlerinde çok sayıda gazeteciye yapılan gözaltı benzeri operasyonu kınadı. Günaydın, yargıdaki hukuksuzluklara karşı mücadele sözü verdi.
BAŞSAVCI AKIN GÜRLEK SKANDALI: ANAYASA’YA AYKIRI ÇİFTE MAAŞ
Günaydın, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) bağlı, Lüksemburg’da kurulu Etimine S.A. şirketinden yönetim kurulu üyeliği ücreti almasını belgelerle gündeme getirdi. Gürlek’in bu görevi sadece Bakan Yardımcılığı döneminde değil, Cumhuriyet Başsavcılığı görevinde de sürdürdüğünü ifade etti.
- YASAL İHLAL: Günaydın, Anayasa’nın 140. Maddesinin son fıkrası ile 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 48. Maddesi uyarınca, hâkim ve savcıların idari görevlerde dahi kazanç getirici hiçbir faaliyette bulunamayacağını vurguladı. Her iki görevin de (Bakan Yardımcılığı ve Başsavcılık) bu hükümlere aykırı olduğunu söyledi.
- HSK’YA ÇAĞRI: Yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanına bağlı bir şirketten, bir yargı organı mensubunun ücret almasının siyasi skandal olduğunu belirten Günaydın, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nu (HSK) derhal inceleme ve soruşturma başlatmaya davet etti.
GAZETECİ OPERASYONUNA “GÖZALTI” TEPKİSİ: “HİBRİT FORMÜLLERLE ÖRTMEYE ÇALIŞMAYIN”
Sabah saatlerinde Yavuz Oğhan, Ruşen Çakır, Aslı Aydıntaşbaş, Şaban Sevinç, Soner Yalçın ve Batuhan Çolak gibi gazetecilere yönelik, polis eşliğinde ifadeye davet usulüyle yapılan operasyonu kınayan Günaydın, bunun adının örtülü bir gözaltı işlemi olduğunu söyledi.
- HUKUKİ ÇARPITMA: Başsavcılığın gazetecileri ‘İmamoğlu çıkar amaçlı suç örgütüne hizmet etmekle’ suçlamasına sert tepki gösterdi. Günaydın, ‘çıkar amaçlı suç örgütü’ tanımının kesinleşmiş yargı kararı gerektirdiğini hatırlatarak, “Ey savcı; sen hakim değilsin, sen soruşturma görevlisisin,” dedi ve savcının bilerek ve isteyerek suç işlemeye devam ettiğini iddia etti.
YANDAŞ MEDYA VE MANİPÜLASYON İDDİALARI: “HANGİ ÇIKAR GRUPLARININ SAVAŞINA DEVLET ALET EDİLMEKTE?”
Günaydın, gazetecilerin ‘yalan haber yayma’ suçlamasıyla hedef alınmasına karşın, TRT ve yandaş kanalların yaptığı asılsız haberlere neden işlem yapılmadığını sordu. Ayrıca, medya kuruluşlarının el değiştirmesindeki devlet müdahalesini gündeme taşıdı:
- MEDYA TASFİYESİ: Sabah-ATV, Flaş TV, Habertürk/Show TV ve TELE-1 gibi kanalların el konulması ve satın almalarını eleştiren Günaydın, özellikle Can Holding’in Habertürk/Show TV’yi satın alıp kısa süre sonra TMSF’ye devredilmesi olayına dikkat çekerek, “Hangi çıkar gruplarının savaşına, itişmesine devlet alet edilmektedir?” diye sordu.
- ÇİFTE STANDART: Kanallarında CHP’ye küfreden yandaş gazetecileri kimin fonladığını sorgulayan Günaydın, “O zaman bunların hesabı gerçekten teker teker sorulacak,” dedi.
ANAYASA MAHKEMESİ KARARINA DİRENME: “BU MEMLEKET SAVRULUYOR MU?”
Günaydın, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Tayfun Kahraman hakkında Anayasa Mahkemesi (AYM) kararını uygulamama yönündeki “direnme kararına” tepki gösterdi. Bu skandalın, memleketin yönetilip yönetilmediği yoksa savrulup savrulmadığı sorusunu akla getirdiğini belirtti.
- CHP’NİN ADALET SÖZÜ: Konuşmasını Milattan Önce yaşamış Augustinus’un sözüyle bitiren Günaydın: “Devletin içerisinde adaleti çıkartırsanız geriye bir çeteden başka ne kalır?” dedi. CHP iktidarında “bir tane rozet takmış hakim, savcının kürsüde ya da idari makamlarda bulunamayacağı” sözünü halka verdi.
Doç. Dr. Gökhan Günaydın’ın konuşmasının tam metni;
Arkadaşlar dün geceden bu yana Türkiye bir hukuki ve siyasi skandal ile sarsılıyor. Adalet Bakanlığı Bakan Yardımcılığı görevinden sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına atanan Akın Gürlek’in aynı zamanda Varlık Fonu’na bağlı bir şirketten, Lüksemburg’da kurulu bir şirketten kazanç elde ettiği iddiası belgelerle ortaya konuldu.
Bu belgeleri inkar etmek ve “böyle bir şey yok” demek yerine Akın Gürlek, çeşitli gazetecilere yaptığı açıklamalarda sadece bakan yardımcılığı döneminde bu işi yaptığını ifade etmekle yetiniyor. Gerçeğin böyle olmadığını sizinle çok açık bir şekilde paylaşmak isterim.
Evet, bakan yardımcılığı görevi gürleyin 2 Haziran 2022 tarihinde başlıyor ve 7 Ekim 2024 tarihinde sona eriyor. 8 Ekim 2024 tarihinden itibaren de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı görevi başlıyor. Peki, sözü edilen dönemde Lüksemburg’da kurulu ve %75’lik hissesi Eti madenin yurtdışı temsilciliklerinden birisi olan Etimine S.A.’ya bağlı olan şirkette yönetim kurulu üyeliğinin tarihleri nedir? 29 Kasım 2024 ve 6 Ağustos 2025.
Bu belgeler artık kamuoyuyla açıkça paylaşıldığı için ben burada bir kere daha gösterme veya sizlere dağıtma ihtiyacı içerisinde değilim. Bu belgelerden, bu orijinal belgelerden Avrupa’da ticari sicili tasnif edip yayınlayan dergilerden ve açık kaynaklardan da çok rahat sorgulanabileceği üzere Akın Gürlek, Cumhuriyet Başsavcılığı döneminde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna bağlı Etimine S.A.’dan ücret alıyor, yönetim kurulu üyeliği ücreti alıyor. Buradaki hukuki skandal biraz sonra bahsedeceğim yasaya aykırılıktan öte bir anlam taşıyor. Çünkü yürütmenin başı Recep Tayyip Erdoğan’a bağlı olan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun bir şirketinden, bir yargı organının Cumhuriyet Başsavcısı yönetim kurulu üyeliği üzerinden ücret alıyor. Üstelik de Akın Gürlek’in Cumhuriyet Başsavcısı ve hukukçu niteliği ile Etibank’ın Lüksemburg’da kurulu Etimine S.A.’nın yönetim kurulu üyeliğinde şirkete herhangi bir katkı sağlayamayacağı açık.
Peki, bütün bu düzenleme bir siyasi skandal ve bu siyasi skandal üzerinden Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin belediyelerine, kadrolarına yönelik araçsallaştırılmış yargının faaliyetinin açıkça somutlaştığı bir nokta oluyor mu? Oluyor.
Peki, bunun ötesinde başka ne var? Akın Gürlek diyor ki: “Ben o yönetim kurulu üyeliğini Cumhuriyet Başsavcılığı döneminde değil, bakan yardımcılığı döneminde aldım” diyor. Peki söyleyelim. Şu Anayasa ve bu Anayasa’nın 140’ıncı Maddesinin son fıkrasını sizlerle paylaşayım. Diyor ki: “Hakim ve savcı olup da adalet hizmetindeki idari görevlerde çalışanlar, hakimler ve savcılar hakkındaki hükümlere tabidirler.” Yani Akın Gürlek bakan yardımcısıyken de, Anayasa’nın 140’ıncı Maddesinin son fıkrası uyarınca herhangi bir yönetim kurulu üyeliğinden ya da başka bir yerden gelir elde edemez.
Peki, Akın Gürlek acaba Bakan yardımcılığı döneminde de bir yönetim kurulu üyeliği yapmış mı? Bakın burada bir belge var. Bu belge yönetim kurulu üyeliğinin 18 Eylül 2014 tarihinde onaylandığını ve 12 Ağustos 2014 tarihi itibari ile güncellendiğini de söylüyor. Yani anlaşılan o ki Akın Gürlek bakan yardımcılığı döneminde başladığı yönetim kurulu üyeliğini Cumhuriyet Başsavcılığı görevinde de sürdürmüş. Her ikisi de ayrı ayrı yasaya aykırıdır. Bakan yardımcılığı dönemini Anayasa 140 son üzerinden tanımladım.
2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu, bunu bilmiyor olamaz. Başka İş ve Görevler başlıklı 48’inci Maddesi, kazanç getirici hiçbir faaliyette hakim ve savcıların bulunamayacağını açıkça ortaya koyuyor. Resmi ve özel hiçbir görev alamazlar, istisnası ne? Kanunlarda belirlenenler başka. Yani hakim savcı görevini yapacak. Bırakın hakim savcıyı, eşlerinin, reşit olmayan veya kısıtlanmış çocuklarının kazanç getiren sürekli faaliyetleri var ise bunları dahi Adalet Bakanlığına 15 gün içerisinde bildirmek zorundalar. Dolayısıyla nereden baksanız bir skandaldır. Bu skandal “savcılık döneminde yapmadım da bakan yardımcılığı döneminde yaptım” diyerek geçiştirilemez. Bu skandal hakkında Akın Gürlek’in açıklamaları hiç kimseyi tatmin etmez. Hakim ve Savcılar Kurulunun derhal bir inceleme ve soruşturma başlatması ve gereğini yapması gerekmektedir. Biz bunu hem bekliyoruz hem de an an takip edeceğimizi kamuoyu önünde duyuruyoruz.
Evet, Cumhuriyet Başsavcısının yasadışı işlerikonuşulurken sabaha da bir başka gazeteci operasyonu ile uyandık. Nedir bu gazeteci operasyonu? İstanbul Başsavcılığının açıklamasına göre Yavuz Oğhan, Ruşen Çakır, Aslı Aydıntaşbaş, Şaban Sevinç, Soner Yalçın, Batuhan Çolak sabah evlerinde polis eşliğinde ifadelerinin alınması için davet edildiler ve götürüldüler. Arkadaşlar bir gözaltı işlemi vardır, bir de davet usulüyle ifadeye davet, ifadeye çağırma vardır. Sabahın köründe evini basıp da polis eşliğinde ifadeye kimseyi davet edemezsiniz. Bunun adı gözaltıdır. Dolayısıyla böyle hibrit, ara, melez formüllerle bir meseleyi örtmeye çalışmayın. Önce bunun altını çizelim.
Bize gelen bilgilere göre Yavuz Oğhan an itibarıyla ifadesini verdikten sonra serbest bırakılmış. Aslı Hanım’ın da yurt dışında olduğuna ilişkin bilgiler geliyor. Diğer arkadaşlarımızın da, diğer gazetecilerin de ifade sırasında olduğunu görüyoruz.
Ne diyor başsavcılık? İmamoğlu çıkar amaçlı suç örgütüne hizmet etmek… Arkadaşlar, İmamoğlu çıkar amaçlı suç örgütü diyebilmek için bunun kesinleşmiş bir yargı kararına konu olması lazım. Ey savcı; sen hakim değilsin, sen soruşturma görevlisisin. Soruşturma aşamasındaki bir dosyaya sanki kesin bir yargı kanaati varmış gibi, kararı varmış gibi çıkar amaçlı suç örgütü tanımı yapamazsın. Sana bunları beş yüz kere anlattık ama bilerek ve isteyerek bu suçu işlemeye devam ediyorsun. Bunun da altını çizelim.
Ha tabii bir de şunu söyleyelim. Bu gazeteciler güya yalan haberi yayıyorlarmış. Bu nedenle yalan haberi yayma suçundan ifade vermeye davet edilmişler. Ben birkaç yalan haber söyleyeyim mi size? Mesela memleketin devlet kanalı TRT 560 milyar liralık bir yolsuzluktan bahsetmedi mi ve bu bahsettiği yalan çıkmadı mı? Stok görüntülerle kasadan paralar çıktı diye yayın yapmadı mı ve onların daha sonra stok görüntü olduğu ortaya çıkmadı mı? “Ekrem İmamoğlu’nun koruma müdürünün kasasından milyonlarca lira çıktı, kasa açılamadı, İstanbul’a götürülüyor” diye haber yaptılar ve arkasından da oranın şifresinin verilmiş bir küçük kasa olduğu ve oradan da sadece iki kutu mermi çıktığı yalanı ortaya çıkmadı mı? Bu yalan bilgiyi yayan devlet kanalı ve yandaş kanallara bugüne kadar ne yaptınız?
Ha bir de eğer medya üzerinden bir manipülasyon sözü edilecekse ben size Sabah-ATV operasyonunu hatırlatayım. Kamu ihalelerinden zenginleşenlere, Sabah’ı ve ATV’yi satın aldırarak yandaş medya haline getirmediniz mi? Daha yakınlarda 2,5 milyar TL’lik deprem bölgesinde ihale verdiğiniz Eşref Keleş’e 84 milyon TL’ye Flaş TV’yi aldırmadınız mı? Ya da Can Holding tarafından Aralık 2024’te 575 milyon dolara satın aldıran Habertürk ve Show TV’yi siz Ekim ayında el koyarak TMSF malına dönüştürmediniz mi? O Can Holding’in sahibi Kemal Can size şunu söylemedi mi? “Bana bu Habertürk ve Show TV’yi devlet yetkilileri, devlet büyükleri aldırdılar. Bunların yönetim kurullarına bakarsanız devletin izini görürsünüz” demedi mi?
Kimdir bu devlet? Devlet yetkilisi kimdir? Aralık 2024’te Kemal Can’a Habertürk ve Show TV’yi satın aldırıp da sonra Ekim 2025’te 10 ay sonra ona el koyan devlet, acaba bu 10 ayda bilmediği neyi öğrenmiştir? Hangi çıkar gruplarının savaşına, itişmesine devlet alet edilmektedir? Bunların hepsini teker teker soralım.
Ve en sonunda daha 10 gün evvel Türkiye’nin en yurtsever gazetecilerinden Merdan Yanardağ’ın arkadaşlarıyla beraber dişleriyle, tırnaklarıyla kurdukları ve bir sanayi sitesinin içerisinde güçlükle yayına devam ettirdikleri TELE-1’i el koyarak, daha ifadesini alınmadan el koyarak kayyım atamadın mı? Oradaki gazetecileri işsiz bırakmadın mı? Kanallarında ekranlarını dörde beşe bölerek her gün Cumhuriyet Halk Partisi’ne küfreden yandaş gazetecileri kim fonluyor? Onlara ilişkin kim, hangi bugüne kadar operasyon yaptı? Gerçek sorular bunlardır. Memlekette bir gün gerçekten adalet tescil edilecek, kurulacak ve o zaman bunların hesabı gerçekten teker teker sorulacak.
Tabii yargı üzerinden devam edelim. Ortaya her gün hukuk devleti adına hepimizi utandıran görüntüler çıkmaya devam ediyor. Daha Selahattin Demirtaş hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’nin verdiği kararın uygulanması-uygulanmaması tartışmaları sürerken, Anayasa’nın 90’ıncı maddesi ortadayken sanki böyle bir takdir yetkisi varmış gibi bu tartışmalar sürdürülürken, şimdi de İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, “Anayasa Mahkemesi’nin Tayfun Kahraman hakkında verdiği kararı uygulamayacağım” diyor ve direnme kararı veriyor. Böyle bir yetkisi var mıdır acaba İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin? Bu kaçıncı skandal? Bu skandala da Yargıtay müdahale edecek mi? Biz yeniden Anayasa Mahkemesi-Yargıtay tartışmalarının içerisinde mi kalacağız? Bu memleket yönetiliyor mu, yoksa bu memleket savruluyor mu? Dolayısıyla bütün bunların hakkıyla değerlendirilmesinde fayda var.
Çok açık söyleyeyim ki, her gece ya da her sabah bir başka hukuksuzluğa yatıp bir başka adaletsizliğe kalkabiliriz. Ama yurttaşlarımıza söz veriyoruz ki bu memleketin hukuku ve adaleti mutlaka tescil edeceğiz, mutlaka kuracağız. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bir tane rozet takmış hakim, savcı hangi partinin rozeti olursa olsun kürsüde ya da idari makamlarda bulunamayacak. Bu sözü halkımıza veriyoruz.
Çok teşekkür ederim.






















Sosyal Medya Hesaplarımız